Etimoloji
Kürt (veya Kürd) sözcüğünün etimolojisi oldukça tartışmalı bir konudur ve tam olarak nasıl türediği kesin bir şekilde bilinmemektedir.[15] Bazı bilim adamları Kürt sözcüğünü, MÖ 24. yüzyıldan kalma antik Sümer tabletlerinde geçen ve yine bir halkı tanımlamakta kullanılmış olan Guti sözcüğü ile ilişkilendirmiş, bazıları ise Kürt sözcüğünü, Xenophon'un yazılarında, bugün Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölgelerde bulunan bazı kabileleri tanımlamakta kullandığı Kardukhoi (ki bu Kardu sözcüğünün çoğulu sayılır zira son ekteki kh kısmı Ermenice çoğul ekinden gelmektedir ve Xenophon bu kabilelerin isimlerini Ermenilerden öğrendiğini belirtmektedir) sözcüğü ile ilişkilendirmektedirler.[15][16] Daha sonraları Livy, Polybius ve Strabo'nun eserlerinde de Kyrtiae olarak anılan bir topluluk göze çarpmaktadır ki bu da Kürtlerle ilişkilendirilmiştir.[15] Bununla birlikte, çağdaş bağlamdaki Kürt sözcüğü İranîdir; nitekim Sasaniler döneminde yazılan Kârnâmag î Ardashîr î Babagân destanında da bu sözcüğe rastlanır.[15] Kürd ismi büyük ihtimalle Farsça Gord yani "kahraman" isminden türemiştir.[15]
Her ne kadar özellikle erken dönem araştırmacılar Kürtleri Xenophon'un bahsettiği Kardukhoi ile ilişkilendirmiş olsalar da 20. yüzyılın başından itibaren bu görüşler tartışılmış ve önemini yitirmişlerdir.[15] Xenophon'un Kardukhoi olarak adlandırdığı halkın Kürtlerle özdeşleştirilmelerinin nedenleri yaşadıkları bölge (ki bu bugün Kürdistan'ın içinde yer alır), alışkanlıklar ve çeşitli dış özelliklerdir. Bununla birlikte, bu sonuç bugün Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı Kürdistan'da her daim Kürtlerin yaşamış olduğu ve tarih içinde bölgede gerçekleşen göçlerin göz önünde bulundurulmaması gibi sorunlu öncüllere dayanmaktaydı. Aynı zamanda belirli bir bölgede yaşayan toplulukların zaman için etnik kökenleri gibi özellikleri haricinde benzeri yaşama şekillerini göstermeleri beklenilen bir gelişmedir.[15]
Genel olarak eski kaynaklarda geçen ve tarihte zaman zaman Kürtlerle ilişkilendirilmiş olan Kardu, Kyrtiae gibi halkların konumu da tartışma konusudur ve dilbilimcilerin genel kanısı bu isimlerin Kürt isminden farklı oldukları yönündedir. Bu görüşün en büyük sebebi bu sözcüklerin sonunda yer alan ve sözcüklerin kökünün de bir parçası olan kısa ünlü harfidir. Özellikle Kardu sözcüğü çok tartışmalıdır; bu sözcüğün ilk harfinin K harfinden ziyade Q harfini tarif etmesi olasıdır ki bu olasılık da Semitik "QRD" ("cesur" veya "güçlü" anlamında) kökünü işaret eder;[15] bunu savunan dilbilimciler olduğu gibi eleştiren ve reddedenler de olmuştur.[17] Bunun dışında Kardu sözcüğünün Gürcüler için kullanılan özgün bir isim olan Kart'veli ile ilişkili olabileceği ortaya atılmıştır. Ayrıca, eğer Kürd sözcüğünün Farsça Gord sözcüğünden türediği kabul edilirse, Gord sözcüğünün yöresel Kardu (veya Qardu) gibi bir ismin İranîleştirilmiş bir formu gibi görülmesi de mümkündür.[15]
Köken ve Antik çağlardan Orta Çağ sonlarına Kürtler
Kürtlerin kökenine dair birçok sav ortaya atılmıştır. Bazısı bilimsel bazısı ise bilimsel olmayan dayanakları kaynak gösteren bu savlar oldukça çeşitlidirler ve Kürtlerin kökeni Asurlulardan, Gürcülere kadar birçok farklı topluluk ve medeniyete atfedilmiştir.[15]
Genel kabul gören köken İranî olsa da Kürt topluluklarının homojen bir yapıdan uzak olduğu ve linguistik bütünlüklerinin ötesinde, etnik anlamda çok çeşitli olduğu, tanınmış Kürdolog Vladimir Minorsky dahil, birçok bilim adamı tarafından kabul edilmektedir.[15] Bununla birlikte tarihte kökenlerinin Arabî olduğunu savunan Kürt toplulukları da olmuştur.[15][17] Müslüman bazı tarihçiler Kürtlerin kökenini Perslere dayandırırlar; bundaki en büyük dayanaklardan biri Şahname'de de geçen bir efsanedir.[17] Birçok Kürt kökenlerini Medlere atfetmiştirler;[16] nitekim Medler ile Kürtler arasında ne coğrafî ne de dilbilimsel bir ayrımdan söz edebilmeyi olanaklı kılacak kanıt ve temel bulunmamakta, aksine olası bir ilişkiye dair dilbilimsel ve coğrafî kanıtlar bulunmaktadır; örneğin her ne kadar Med dili örneği sayısı az olsa da eldeki bulgularda yapılan araştırmalar Med dilinin antik Pers dili ile olan ilişkisinin çağdaş Kürtçenin çağdaş Pers dili olan ilişkisiyle aynı olduğunu ortaya koymuştu.[15] Bununla birlikte Medler hakkında pek az şey bilinmektedir[15] ve akademik anlamda Medler-Kürtler bağlantısının genel kabul gördüğü söylenemez[16] Kürtler, Medlerin dışında kendilerini Urartular ve Neo-Babilliler ile de ilişkilendirmişlerdir.[16]
Kürt sözcüğü tarih boyunca Persler ve Araplar tarafından sıklıkla herhangi bir etnik vurgu veya anlam içermeksizin göçebe anlamında kullanılmıştır ki bunun bir sonucu olarak tarihte Kürt olarak anılmış bazı toplulukların etnik anlamda Kürt olup olmadıkları tartışılmıştır; örneğin İslam tarihçilerinin eserlerinde söz edilen ve Fars Kürtleri olarak anılan, güney ve güneybatı İran'da yaşamış olan bazı toplulukların Kürt olmadıkları, bu bölgelerde yaşayan göçebe topluluklar olduğu çeşitli dilbilimsel kanıtlar eşliğinde ortaya atılmıştır.[15]
Tüm bunlar sebebiyle Kürtlerin kökeni ve ilk dönemlerine dair kesin bilgilerden ve net bir tarihten söz etmek mümkün değildir; genel kanı Kürtlerin Doğu'dan Batı'ya Zagros dağlarına doğru göçen kuzebatı İranlı topluluklarla bölgedeki İranî olmayan yerli halklarla birleşmesi ile oluştuğudur.[15] Böylece, Arapların ve İslam ordularının bölgenin fethine başladığı dönemde, Kürt olarak anılan topluluk oldukça heterojendi; İranîleştirilmiş birçok farklı halktan oluşuyordu - yerli haklardan, Sami halklara ve bazı Ermeni topluluklarına kadar.[17]
Bölgeye olan İslam akınları ve bölgenin İslam devletine girmesinden sonraki dönemde yaşananlar, Kürtlerin rolü ve yeri hakkında ayrıntılı bilgiler mevcuttur. İslam akınları sonrası Kürtler özellikle siyasî ve sosyal arenada yükselişe geçmişler ve dönemin siyasî olaylarında önemli bir rol oynamışlardır. Bu dönemde ilk kez Kürtler üzerine araştırma yapan ve ayrıntılı bilgiler veren iki önemli yazar Mesûdî ve İstahrî'dir. İki yazar da farklı Kürt aşiretlerinin bulundukları şehirlere göre çetelesini çıkarmışlardır ki bu Kürt tarihi için önemli bir bilgidir. İstahrî, Fars'taki Kürt bölgelerinden ve aşiretlerinden ayrıntılı bir biçimde bahsetmiştir; yaklaşık olarak 1107 tarihli olan Farsname'de ise Fars'taki en büyük Kürt topluluğunun Fars ordusuyla birlikte İslam akınlarına karşı savaştığı, büyük oranda yok olduğu ve kalan kısımların Müslüman olduğunu belirtir.[17] Sayılarının 500 000'i bulduğuna inanılan bu büyük topluluğun hepsinin yok olduğu çağdaş kaynaklarca olası bulunmasa da bu büyük topluluğun (ve kalanlarının) diğer gruplarla birleşmesi vb. sosyal değişikliklerin olası olduğu düşünülmektedir. Nitekim Fars'taki bu toplulukların Kürt olup olmadıkları da tartışmalıdır.[15]
Kürtlerin o dönemde çoğunlukta yaşadığı bölgelerin istilası ve ele geçirilmesi sonrasında, el-Zavzan'daki Kürt yönetimi 640 yılında haraç karşılığında özerk bir yönetim olmayı garanti altına almışlar, diğer birçok bölgelerde, örneğin Fars'ta, Kürtler Perslerle birlikte Arap ordularına karşı savaşmış, bu dönem içerisinde İslam Devleti kontrolündeki birçok farklı merkezde de, örneğin Basra gibi, ayaklanmışlardır.[17]
Kürtlerin yönetim karşıtı tutumları Emeviler ve Abbasiler döneminde de devam etmiş, örneğin 685 yılında Emeviler döneminde, el-Muhtar Kürtlere karşı savaşması amacıyla bir vali atamış, fakat el-Muhtar'ın kısa bir zaman dilimi içerisindeki ölümü hedeflerinin gerçekleşmesine mani olmuştur, Kürtleirn 708 yılında Fars'ı talan etmeleri sonucu Haccac tarafından cezalandırıldıkları kaydedilmiştir; Abbasiler dönemindeyse, 764'te Ermenistan'ın Hazarlarca istilası çeşitli ayaklanmalara yol açmış, Kürt ayaklanmaları artan şiddetlerde devam etmiş, birçok Kürt Azerbaycan taraflarına göçmüştür, ve dönem bazı büyük Kürt aşiretlerinin yükselişine sahne olmuştur.[17] Örneğin daha sonra Eyyubîlerin çıkacağı aile soyu olan Ravvadîlerden Muhammed Şaddad bin Kartu Tebriz ve çevresinde bağımsız vali olmuştur ki o dönemde bu bölgelerde (kuzey batı İran) çeşitli bağımsız valilikler ortaya çıkmıştır.
Zaman içinde büyük Kürt aşiretleriyle yönetim arasında çeşitli yakınlaşmalar da olmuştur; örneğin Hasnaviler'in başı olan, Kürt liderlerinden Bedir bin Hasanveyh dönemin Abbasi halifesi tarafından Nasrüddin unvanına lâyık görülmüştür; nitekim Bedir bin Hasanveyh halkın eğitimine verdiği önem gibi hususlardan dolayı genel olarak sevilmiş ve övülmüş liderlerden olmuştur.[17]
Bölgedeki güçlü Büveyhoğulları'nın emirlerinden Ruknüddevle'nin hükumdarlığında Kürtlerle gelişen ilişkiler, halefi Adudüddevle döneminde değişmiş, Adudüddevle'nin hükümdarlığındaki ayaklanmalar şiddetli bir şekilde bastırılmış, Kürtlere karşı çeşitli seferler düzenlenmiştir. Büveyhoğulları ile ilişkisi bulunan Mervaniler de bu çağın önemli Kürt güçlerindendirler; Doğu Anadolu'da önemli fetihler yapmış olan Mervaniler Diyarbakır merkezliydiler.
Kürtlerin uzun bir süre bölgedeki önemlerini 6. yüzyıldan 10. yüzyıla kadar korumuşlardır öyle ki 11. yüzyılın başlarında hâlâ Kürtlere karşı seferler vs. rastlanır. Bununla birlikte, bölgedeki Kürt grupların rolü ve önemi Türk ve Moğol istilalarıyla zayıflamıştır; nitekim bu istilalar başladığında Kürt kuvvetleri yıllardır süregelen iç ve dış çatışmalardan büyük oranda zarar görmüş bir haldeydiler.[17]
Oğuzların bölgeye girişiyle birlikte, Oğuzlar ile bölgedeki diğer halklar ki bunların arasında Kürtler de vardır, çatışmalar meydana gelmiştir. Oğuzlar bölgede ilerlerken, Hasnaviler'in de çöküşü gerçekleşmiş, Annaziler yükselişe geçmiştir. Selçuk Beyi Tuğrul'un bölgeye saldırmasıyla Annaziler de sonunda Selçukluların hakimiyetine girmiştir. Selçukluların yükselişi, Malazgirt'teki başarıları sonrası Ermenistan'ın da hakimiyetlerine açılması, bölgedeki Kürt topluluklarının ve hanedanların çöküşüne yol açmış, Kürt toplulukların yerini Türk toplulukları almaya başlamıştır.[17] Sonraki dönemlerde Selçukluların Kürt topluluklara karşı çeşitli saldırıları olsa da, Kürt ve Arapların zaman zaman Selçuklu ordusuyla askerî harekatlarda yer aldıkları da bilinmektedir.[17] Tarihî kaynaklarda bu dönemlerde Kürtlerin adı sıklıkla Suriye ve çevresindeki bölgede geçmektedir; nitekim Selçuklu döneminin en önemli olaylarından birisi de Kürdistan isminin ilk kez Selçuklularca ortaya atılması, Selçuklu sultanı Sencer'in hakimiyetinde resmî Kürdistan eyaletinin ortaya çıkmasıdır.[17][18][19][20]
Bazı Atabeylerin, özellikle de Atabey İmameddin Zengi'nin fetihleri ve gerek Kürtlere karşı gerek Kürtlerle birlikte giriştiği çatışmalar Kürt tarihi ve coğrafyanın şekillenmesinde önemli bir yer tutmuş, genel olarak bölgedeki Türkler ile Kürtlerin ilişkileri gelecek dönemlerde sıcaklığını ve önemini korumuştur.[17] Nitekim, Eyyûbî hanedanlığı ortaya çıktığında ki bu hanedanlığın Kürt kökenli olduğu sağlam kanıtlara dayanmaktadır, ve zaman içerisinde köklü Türk toplulukları Eyyûbî tebasına dahil olsalar da kendi topraklarında hükmetmeye devam etmişlerdir; Zengîlerin Musul'daki hakimiyeti buna örnek gösterilebilir. Özellikle Mısır ve Suriye'de aktif olan Eyyûbîlerin ordusunun çoğunluğu Türklerden oluşmaktaydı. Bu hanedanlığın Kürt kimliğini azaltmasa da hanedanlıkla Kürt grupların her daim ortak yolda yürüdükleri de söylenemez, hanedanın tarihi boyunca çeşitli önemli noktalarda bazı Kürt gruplarının hanedana karşı çıktığı da bilinmektedir; örneğin kendisi de Kürt kökenli olan[21][22][23] Selahaddin'in tahta çıkmasına çeşitli Kürt gruplar karşı çıkmıştı.[17] Kuzey Afrika, Arabistan, Suriye ve Mezopotamya'daki önemli ve birçoğu başarılı fetihler sonrasında hakimiyetini genişleten Eyyûbîler, Selahaddin'in ölümünden sonra hanedanlığın merkezî bir yönetimden uzak olan farklı özerk bölgeleri tek bir sultanlık altında birleştiren sistemi[24] sonucu sorunlar yaşanmış, saltanat kavgaları baş göstermiş, farklı güçlerin ortaya çıkışı, örneğin Harezmşahların doğudaki yükselişi, daha sonra Yemen'in kaybedilmesi, Mısır-Suriye yönetimsel ihtilafı ve ayrışması gibi durumlar sonucu hanedanlığın gücü ve etkisi gittikçe azalmış, Memlüklerin yükselişi ve Mısır'ın düşmesiyle hanedanlık çöküşe geçmiştir.
13. yüzyıl boyunca Kürt toplulukları açısından en önemli gelişme, Orta Doğu'daki diğer topluluklar için olduğu gibi, Moğol istilalarıydı. Nitekim Harezmşahların lideri Celaleddin Harezmşah'ın Moğollardan kaçtığı Diyarbakır'de, tahminlere göre büyük olasılıkla, bir Kürt tarafından 1231'de öldürülmesinden sonra Moğollar Diyarbakır ve Ahlat'ı talan edip, yıkmışlardır.[17] Diyarbakır daha sonra 1252'de tekrar talan edilirken, Şahrizur 1245'te istila edilerek yıkılmış, Erbil ise bu dönem boyunca üç kez istila edilmiştir.[17] Kürtler genel olarak Moğollara karşı duruş sergilemiş, sıklıkla Memlüklerin yanında yer almış, Moğollara karşı direniş hareketinde rol almışlardır. Nitekim Memlük sultanı Baybars'ın ordusunda Türk ve Arapların yanı sıra Kürtlerin olduğu da bilinmektedir.[17][25] Her ne kadar Moğol İlhanlılar yönetimi altında Kürtlerden pek bahsedilmese de, Moğolların Kürdistan bölgesini 13. yüzyılın ilk yarısında fethettikleri ve yönetimleri altına aldıkları, özellikle Erbil'de yıllar boyu ihtilafın sürdüğünü ve sık sık Kürtler dahil olmak üzere şehirdeki etnik grupları da içine alan ayaklanmaların, katliamların ve genel olarak sorunların yaşandığı, bölgenin genel durumunun Selçuklu yönetimindeki durumuna göre gerilediği bilinmektedir ki nitekim yine bu dönemde bölgenin başkenti Bahar'dan Sultan Abad-ı Cemcemal'e taşınmıştır.[17]
Moğollar sonrasında Kürtlerin yaşadığı bölgeler farklı Türk toplulukları, beylikleri arasında ihtilaf meselesi olmuş, bu topluluklar zaman zaman Kürtlerle birlikte çalışırken, zaman zaman Kürtlere karşı politikalar izlemişlerdir. Bu toplulukların içerisinde Kürtlerin özellikle Diyarbakır merkezli Akkoyunlular ile olumsuz ilişkileri olmuş, birçok kaynağa göre "Akkoyunlular sistematik bir şekilde önemli Kürt aşiretlerini ortadan kaldırmışlardır."[17]
Orta Çağ sonlarından 20. yüzyıla Kürtler
19. yüzyılın ikinci yarısında farklı bölgelerden geleneksel kostümleriyle Kürtler: sağdaki el-Cezire yani
Mezopotamya'dan bir Kürt, ortadaki
Mardin'den bir Kürt, ve soldaki de
Diyarbakır'dan bir Kürt çoban.
16. yüzyılda kaleme alınmış olan Şerefname Kürt tarihi açısından önemli bir belgedir ve gerek o dönemin gerekse öncesinin olaylarına ve gelişmelerine dair birçok bilgi sunmaktadır. Bilinen o ki 16. yüzyıl ile birlikte bölgedeki iki ana güç olan Safeviler ve Osmanlıların aralarındaki ihtilaflar Kürt topluluklarının tarihi açısından çok büyük önem arz etmiştir. Özellikle Şah İsmail'in başarılı askerî politikalarıyla birlikte birçok Kürt topluluğu Safeviler hükumdarlığı altına girmiştir; bununla birlikte Safevi Devleti'nin bu topluluklarla ilişkisi genellikle olumsuz olmuş, Şii olan Safeviler diğer Şii Türk liderleri Sünni olan Kürt liderlerine değişmişlerdir.[17]
Buna karşı olarak Sünni Türklerin başta olduğu Osmanlılar ise, Kürtlere karşı daha yapıcı bir politika izlemiş, bölgedeki Kürt liderleriyle anlaşmalar yapmış, daha sonra Safevilere karşı gerçekleşen savaşlarda ve sonrasında bölgedeki Kürt topluluklarının çoğunluğunun desteğini almışlardır. Nitekim bu desteğin alınmasında ve Kürtlerin Safevilere karşı Osmanlı saflarına dahil edilmesinde kendisi de Kürt olan Osmanlı siyasetçilerinden İdris-i Bitlisi önemli bir rol oynamıştır.[17] Safevilerden alınan bölgelerde kurulan vilayetlerde Türklerin yanı sıra Kürtlere de önemli liderlikler verilmiş, birçoğu babadan oğula geçen bu önemli derebeylik benzeri pozisyonlar daha sonra da devam etmiştir.[17] 17. yüzyılın sonuna kadar Kürtlerin bölgedeki konumu bu iki devletin ihtilaflarıyla belirlenmiş, sonunda Safevilerin tamamen mağlup olup Zagros Dağları'nın ötesinde kalacak şekilde bölgeden çekilmesiyle gerek Kürtler için gerek bölge için yeni bir dönem başlamıştır. 17. yüzyıldan itibaren her ne kadar zaman zaman geçici bir süreliğine bölgede İran etkisi ve saldırıları görülse de, Kürdistan bölgesi barındırdığı Kürt halklar ile birlikte genel olarak Osmanlı kontrolünde kalmıştır. Genel olarak Kürtler Osmanlı himayesinde Osmanlı ile birlikte dış etmenlere karşı koymuşlarsa da, İranlıların Kürtler ilişkisinin olmadığını söylemek yanlış olur; örneğin Nadir Şah'ın ölümünden sonra kısa bir süreliğine de olsa ülkeyi yöneten, Kürt Zend hanedanına mensup Kerim Han olmuştur.
19. yüzyıl ile birlikte İran - Osmanlı gerginliği tekrar yükselmiş, Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölgelerden Zuhab ve Süleymaniye bu gerilimin odak noktalarından olmuşlardır. 19. yüzyıldaki bir diğer önemli gelişme de Osmanlı topraklarındaki çeşitli Kürt beylerinin ayaklanmasıdır. 1830 yılı dolaylarında Bedirhan, Said Bey, İsmail Bey ve Revanduzlu Muhammed Paşa gibi isimler ayaklanmış, bölgede önemli bir güce ulaşmış, aldıkları çeşitli yerlerde Hristiyan topluluklar ve Yezidî Kürt topluluklar katledilmiştir.[17] Aynı dönemde eski sadrazamlardan Sivas valisi Reşid Mehmed Paşa ayaklanan Kürtlerin üzerine, bölgeyi yatıştırması için gönderilmiştir. Uğraşlar sonucu ayaklanmaların önder ismi Muhammed Paşa 1836 yılında yakalanmıştır. Bununla birlikte bölgedeki gerilim dağılmamış, aksine 1839'daki Nizip Muharebesi'nde Osmanlı Devleti'nin yenilmesi sonrası bölgede ayaklanmalar tekrar baş göstermiş, 1843 yılı dolaylarında Cizre emiri Bedirhan ile Hakkari emiri Nurullah Bey ayaklanmıştır. Bu dönemdeki önemli olaylardan biri de kendilerine uygulanan baskıdan şikâyetlenmiş olan Hakkarili Nasturilerin Nurullah Bey tarafından katledilmeleridir.[17] 1840'ların sonuna doğru Osmanlı bunların üzerine bir ordu yollamış, yenilen liderler sürgün edilmişlerdir. Kürt ayaklanmalarıyla ilgili önemli bir yön de 19. yüzyılda Osmanlı ile savaş içerisinde olan Rus ordularında bir Kürt alayının tertip edilmesidir ki nitekim Kırım Savaşı'nda Rusların iki Kürt alayı seferber ettikleri bilinmektedir.[17] 1800'lü yılların sonunda Hakkari ve çevresindeki bölgede tekrar Kürt ayaklanmaları olmuş, bu ayaklanmalar Osmanlı tarafından belirli bir süre içerisinde yatıştırılmış, bu dönemde ayrıca Osmanlı tarafından Hamidiye Alayları olarak anılan Kürt alayları kurulmuştur ki bu alayların kurulması Kürt aşiretleri arasında ihtilafa ve hatta çatışmalara yol açmıştır.[17] Ayrıca 1800'lerin başında Osmanlı topraklarında bağımsızlık hareketinin güçlendiği bir başka topluluk olan Ermeniler ile Kürtler arasında gelişen iyi ilişkiler, 1800'lerin son yıllarında düşüşe geçmiş, çeşitli yerlerde Ermeni ayaklanmalarının bastırılmasında Kürtler aktif rol oynamışlardır